Hasan Şengel’i kaybettik.
Sözü uzatmaya gerek yok, onun Gençlerbirlikliler için ne ifade ettiğini herkes biliyor.
Hasan Amca ile Gençlerbirliği tarihi çalışması için 6 Haziran 1999’da konuşmuştum. O gün anlattıklarını, kelimesine dokunmadan, aktarıyorum.
Sevgiyle, saygıyla anacağız.
Hasan Şengel anlatıyor…
1950’li yıllarda Ankara Işıkspor’da futbol oynadım. Sonra Yenimahalle’de, yaşlı olmama rağmen hem kulüp başkanı hem futbolcu olarak oynadım. Ben Yenimahalle kulübü başkanıydım. Gençlerbirliği ile bir genç takımlar maçı yaptık. 1957 falan. Gençlerbirliği takımı da Ankara şampiyonu olacaktı, bizim fazla bir iddiamız yoktu. Ben dedim ki Orhan Abiye [Şeref Apak], “Orhan abi, sizi yeneriz!” “Nasıl yenersiniz yahu?” dedi, “görürsün abi” dedim. Ve nitekim Gençlerbirliği’ni o maçta yendik. Hiç unutmam, elini omzuma koydu, dedi ki: “Bundan sonra sen Gençlerlisin”. “Ben zaten Gençlerliyim abi” dedim.
Sonra Yenimahalle’den ayrıldım, Maltepe’ye geldim. Maltepe’de kulüp başkanlığını ele aldık. 1960 senesinde. Mahalli üçüncü kümede oynuyor Maltepe. İlk maça çıkmamış o sene Maltepe takımı, ikinci maça da çıkmazsa otomatikman ihraç edilecek ligden. Maltepe’de de oturuyorum. Maltepe’nin çocukları geldiler, abi böyle böyle… Lisansları getirin dedim, bana dört tane lisans getirdiler. Halbuki lisans en az 9 olması lazım, maça çıkabilmek için. Ee, tescil fişlerini getirin. Malzemeci Hüseyin dahil, Gençlerbirliği’nin meşhur malzemecisi, o dahil, 5 tane de tescil fişi getirdiler. İyi dedik. 9 kişiyle çıkacağız maça. Hiç unutmam, Kartalspor diye bir takımla maç yapacağız. 17-0 mağlup olduk. Ama kurtardık, ihraç edilmedik. Ondan sonra takımı çok kuvvetlendirdik, 17-0 yenildiğimiz takımı 12-0 ikinci devrede yendik ve şampiyon olduk, 2. lige geçtik. Orhan Abi de bizi takip ediyor o zaman. Yahu dedi, burada oturuyorsun, şey ediyorsun, gel dedi artık… Peki, geleyim dedim. Bu işi seven insanım [futbol yöneticiliği]. 60 senesinde geldim Gençlerbirliği 'ne. [Üye olarak.]
Gençlerbirliği ligden, 1. ligden düşünce, yönetime girdim. İlk yönetime girdiğim zaman rahmetli Oğuz Atalay dedi ki, sen genel kaptansın. 1972. O zaman Mehmet Ali Tuzcuoğlu başkan. Rahmetli, Oğuz Atalay bey beni, Yahya Demirel’i bir de Ünal Sabuncu’yu getirdi; 150’şer bin lira da para vereceksiniz, dedi. Büyük para tabii. Meğer Yahya’yla Ünal’a peynir falan veriyormuş, onları satıyorlarmış. Bana öyle bir şey yok ama! İlk 50 bini verdiğimde telefon açıyor: “Hasan, yarın 50 bin daha gelecek!” Oğuz Atalay o zaman Devlet Üretme Çiftlikleri genel müdürüydü. Herşey hemen hemen ondan sorulurdu. Rahmetli Tuzcuoğlu’nun bürosunda toplanırdık. Bizim genç takımımız o yıl Türkiye şampiyonu oldu. İlk toplantıda, rahmetli Gulli Selim de var falan, bana fikirlerimi sordular. Nasıl bu takımı şampiyon edeceğiz? Ben aynen cevap verdim: Oğuz abi, bu takım şampiyon olmaz. Ancak eski takımı tamamen değiştirelim, iki üç tane abi bırakalım, Türkiye şampiyonu olan genç takımı az bir para verip, 1000’er lira, 500’er yüz lira verip profesyonel yapalım, yalnız o çocuklara bakalım, kulüpte hizmet verelim, beraber sinemaya tiyatroya götürelim, kaynaştıralım. Bu takım düşmez, ortalarda durur, 2. sene biraz daha ileri gider, 3. sene şampiyon olur, dedim. Affedersiniz, “hassiktir ulan, sen bilmiyormuşsun bu işleri!” dedi. O zaman Sabahattin Yurdal vardı, genel sekreter. Ben de dedim ki: ben genel sekreterliğe geçeyim, ben bilmiyorum madem, arkadaşımız genel kaptan olsun. Nitekim ben ilk toplantıda genel kaptanlıktan genel sekreterliğe geçtim. Biz Manisa’dan Timur, Topal, Isparta’dan Uğur’u, Sağtürk, diye iki tane gol kralı aldık Oğuz Abinin şeyiyle. Sümer Oral da o zaman Manisaspor kulübü başkanı. Uğur’u ben iki defa izledim. Uğur, iyi futbolcu olmasına rağmen tembel. Kulübüyle birlikte 100 bin liraya alacaktık, Yahya’yı gönderdik, 150 bin liraya aldı! Maçlara başlanıldı. Gençlerbirliği her maçta mağlup! Bir gün çocukları özel olarak topladım: Oğlum dedim, ne bu kepazelik? İyi takım da, ha! Cüneyt Memişoğlu falan var, İhsan falan var. Abi dediler, 150 binlikler oynasın! Haklı çocuklar. Bir tarafta 5 bin lira alanlar var… Bunlar hem eski takımdan kalanlar var, hem o şampiyon genç takımdan gelenler. Karışık. Neyse, biz düşme potasına geldik. Rahmetli Mehmet Bulduk’u -Avni Bulduk’un oğlu- 100 bin liraya kiraladık Kayseri’den, o bizi kurtardı. Bandırma maçıyla kurtulduk. Ben aynı zamanda Bandırmalıyım, Bandırmalılar bana çok kızarlar!
Sonra, kaç senesiydi, Van depreminin olduğu sene. 1975 veya 76. Ben büyük bir iş aldım, Van’dayım. Tuğla, inşaat işleriyle uğraşıyordum, bir de müteahhitliğim vardı. Van depreminde oranın kreste nakliyesi ihalesini almıştım. Bir de felaketzedelere verilecek yiyecek malzemesini… Bir gün otelde Milliyet gazetesi okuyorum, bir baktım, Coşkun Şarman’ın bir beyanatı var: Gençlerbirliği’nin kapısına kilit vuruluyor! Ben iş dolayısıyla girmemiştim yönetimlere. Çok üzüldüm. Hemen gittim havaalanına. Bilet yok Ankara’ya. İki kişilik vali kontenjanı var dediler. Gittim vali beye. Gazeteyi de aldım yanıma. Dedim, işte ben Gençlerbirliği eski yöneticisiyim, böyle böyle bir haber var, bu bana bayağı koydu, Ankara’ya gitmek istiyorum, imkan dahilindeyse sizin kontenjanınızdan… Adam şöyle bir baktı -ismini unuttum valinin de-, süzdü, peki dedi. Biz uçağa bindik, geldik Ankara’ya. Bir kongre, kongrede başkan oldum. 35 kişiyle kongre yaptık! Fedai olarak çıktık. Oradaki işim çok iyi bir işti, büyük işti, onu da devrettim. Hep memur arkadaşlardan yeni bir yönetim yaptık. En çok destek verenler, Kurukahveci Kadir Demirkan, Sedat Sevgen, Hasan Rüzgâr, Teoman Yazgan. Kadir hariç, memur insanlar. Rafet Genç’le hep beraberdik zaten. Yönetim kurulundaydı o da. Yavuz Yalçınkaya, akordeoncu. Çok faydası olmuştur Gençlerbirliği’ne. Şimdi oğlu Suphi idareci. Sonra Muzaffer Arıer vardı, Danıştay’da hakimdi, yeni vefat etti, 2. başkanımdı benim, onun da çok faydasını gördüm…Tekrar canlandırdık. O sene iyi bir takım kurduk. Bayağı da muvaffak olduk.
Ondan sonraki sene Rafet dedi ki, yahu dedi, sen para harcıyorsun, yazık oluyor, gel iyi bir başkan bulalım, paralı, sen 2. başkan ol. Tamam, Rafet, dedim. Bula bula Tuncay Mataracı’yı buldular. Tuncay Mataracı başkan oldum, ben 2. başkan oldum. İlk toplantıya geldi Mataracı, bana döndü, ee başkan dedi, bu takım şampiyon olacak. Transfer mevsimi de bitmiş. Dedim ki sayın başkan, bu takım şampiyon olamaz. Şampişon olması için bir sene evvelden hazırlık yapmamız lazımdı. Fakat düşmez de, dedim. Ben, dedi, hiçbir yerde ikinci adam olmadım, Tuncay Mataracı bey. Peki dedim, hemen o akşam istifamı verdim. Yönetimden ayrıldım. Tuncay bey başladı işe, gayet şaşaalı şekilde. Tabii şampiyon olamadık. Ondan sonraki kongrede yine başkanlığa oynuyor. Dedim ki, Tuncay bey, ben de başkanlığa adayım. Ve nitekim kongreye gittik, ben tekrar başkan seçildim. Ve o yıl çok güzel bir takım yaptık. Varol’ları, Levent’leri aldık. Bir de Bekir diye, Balgat’tan bir oyuncu aldık. Maçlara çıktık. Sezon öncesinde hiç unutmam Cebeci stadında Beşiktaş’ı getirdik, Beşiktaş’la başabaş futbol oynadık, herkes çok beğendi takımı. O yıl hakikaten kolej takımı gibi, çok iyi bir takımdı. 1978 oluyor herhalde. Şampiyonluğa oynayacak bir takım. Ankara’da hiç unutmam Tarsus İdman Yurdu ile maçımız var, 19 Mayıs stadında, İzmirli bir hakem çıktı, bizi tabir caizse tam manasıyla yatırdı. Bütün millet isyan etti, hakemi dövmeye falan kalktılar. Dedim ki hiç lüzum yok. Şampiyon olamadık o sene.
Bizim idare heyetimiz zamanında, şunu da belirtmek isterim… Gençlerbirliği Spor Kulübü, sadece futbol takımı değil. Biz bunun bilinci içerisinde o fakir bütçemizle 13 branşta faaliyet gösterdik, 3 bine yakın amatör lisanslı sporcumuz vardı. En az 10 bin tane taraftar demektir bu bence. O branşların çoğunda büyük muvaffakiyet gösterdik. Mesela ilk defa Türkiye’de bayanlarda ve erkeklerde ve hem slalom dalında hem mukavemet dalında Türkiye şampiyonu olduk, Bursa’da. Zannedersem 1978. Basketbolda genç takımımız Türkiye ikincisi oldu. Judoda, tekvandoda, voleybol kızlarda Ankara şampiyonluğu. Milli takıma judocular verdik. Kulübün altını bu işe tahsis etmiştik.Yüzmede faaliyet gösteriyorduk. Masa tenisinde de Türkiye şampiyonuyduk. Çok iyi dereceler aldık. Ben İlhan’a söylemiyordum, bu amatör şubeler meselesini. Neyse, son mali kongrede basketbolun faaliyete geçeceğini söylediler. Ama basketbolun yanında birkaç branşı daha canlandırırsak otomatikman taraftar kazanırız. Boks takımımız vardı, güreş vardı. Bugün hiçbiri kağıt üstünde bile yok. Faaliyeti yok.
Seyirci… maalesef. % 80 maçlarımızda hakem masraflarını karşılayamıyorduk. Deplasmanlara çok defa takımı gönderirdim, ben kalırdım para temini için, sonradan giderdim. Mesela bir gün Urfa’ya giderken, ben arkadaşlarda para var zannediyordum, havaalanından geri döndüm. Şimdiki Ankara Demirspor’un antrenörü var, İsmail Kaba, o bizim genç takımdaydı. Onu da aldım götürdüm, Fehmi Hocaya rica ettim, hoca gel bunu oynat. İkinci devre oyuna soktu, İsmail güzel bir gol attı. Biz seyahatlere yolcu olarak giderdik, 15-16 kişi. Normal tarifeyle. Galip geldiğimiz zaman otobüs kiraladığımız da olurdu. Yalnız en yakın yere bile gitsek, iki gün evvelden giderdim. Çocuklar havaya, iklime intibak etsinler, yataklarını yadırgamasınlar diye. Çorum’a bile, pazar günü maç, cumadan giderdik.
Avni Bulduk’un da bize çok katkısı oldu. Onunla bir anımızı anlatayım. Avni Bulduk Güneşspor’un başkanı. Adil Evrensel -o da geçende rahmetli oldu-, onlar getirdiler Avni Bulduk’u… O zaman Avni Bulduk getiriyor, en az 8-9 oyuncuyu bize kiralık veriyor. Güneş’e alıyor, sonra bize kiraya veriyor. Nezihi Tosuncuk’lar, Gürbüz’ler filan… Bizim amatör takımdan, genç takımdan yetişen çocuklara tabiatıyla sıra gelmiyor. Avni Bulduk’a 1 milyon 50 bin lira borcumuz var. Ben kulüp başkanıyım, Avni Bulduk parasını ister. Kaleci Eser’i, santrhaf İsmail’i, bir de Paşa Hüseyin’i Adana Demirspor’a sattım. Bütün basın o zaman ayleyhime döndüydü. 1 milyon 50 bine sattık. Yönetim kurulunu topladım. Çocuklar, dedim, Avni Bulduk bize çok çok faydası dokunan bir idarci. Ama biz kendi yağımızla kendimiz kavrulalım. Bu paranın 1 milyonunu Avni Bulduk’a verelim, 50 binini o hibe etsin. O dünden razı zaten. Avni Bulduk Yönetim Kuruluna geldi. Avni abi, dedim, size sonsuz saygım sevgim var, ama biz böyle bir karar aldık. Size olan borcumuzu veriyoruz, size teşekkür ediyoruz, siz de ceketinizi alın, çıkın. Biz kendi yağımızla kendimiz kavrulacağız. Avni Bulduk, şöyle bir düşündü, “ulan” dedi, “amatör Hasan’a bak neler söylüyor!” dedi. Vallahi abi dedim, saygım sevgim gene baki, senden gene danışacağımız zaman olur, ama biz kendimiz bulacağız oyuncuları… O akşam Avni Bulduk 1 milyon lira parasını aldı, bizi de bıraktı. Biz kendi yağımızla kavrulmaya başladık, Gençlerbirliği kendi bünyesini buldu o zaman.
[3 lige düşmekten statü değişikliğiyle kurtulma olayı…?] Zannedersek 2. ve 3. ligleri birleştirdiler. Düşebilirdik, o şekilde kurtulduk. Çok rivayetler var. Hukuk kurulundaki arkadaşlarımız yaptı denir, Rahmi Mağat’ın, Kemal Kaya’nın falan bu işterolü olduğu söylenir. Benim başkanlığım zamanında değil.
1981 senesinde benim artık mali vaziyetim bayağı bozuldu. Ve çok acıdır, Türkiye’de ilk defa kulüp için hapis yatan başkanım ben. Bir hafta bile değil ama… Kaleci Hüseyin Avni Saat vardı, Beypazarı’ndan transfer etmiştik, buna bir araba almıştım. Sinop’tan. Buna karşı ben çek verdim. Ferhat Karakoçan var, Akçakoca Market’in -kulübün orada- sahibi. Şimdi börekçi-baklavacı. Oraya da parayı bıraktım, Hüseyin için. Seyahate gidiyordum. Ferhat parayı alıyor, çeki almıyor. Dişçi bir adam, çek eline geçiyor, savcılığa veriyor. Bir gün baktım polis geldi, mahkemeye gideceğiz. Bekledim bayağı mahkemede. Bir hakim geldi. İnanın, körkütük sarhoş.Benim de elimde anahtarlar var, onlarla oynuyorum.Bana baktı, “ulan…” dedi falan… Dedim ki “hakim bey, sözünüze dikkat ediniz”. Götürün bunu dedi,kendimizi Cebeci cezaevinde bulduk. Kimseye de haber veremiyoruz. O zaman başkanım işte… Hanım da benim avukat, bizi buldu. Gözyaşları içinde çıktık, ikinci mahkemede beraat ettik.
Benim idare heyetimde en iyi taraf, sporcularımdı. Harun’u [Erol] aldığımız zaman, Kızılcahamam’dan, köfteci tezgahı vardı onun, köfteci tezgahını kulübe götürdük, kulübün orada her sabah oyunculara kahvaltı, öğlen cızbız köfteler, ciğerler… bakardık yani çocuklara. Para az bir şey verirdik ama iyi bakardık. Bu mahkemeden sonra da sporcularım öyle fedakârlıklar yaptılar ki…Bu Hüseyin arabasını sattı, parasını bana verdi. Cemalettin Sakallıoğlu, benim kaptanımdı, o arabasını sattı, parasını verdi. Kulübe yani, bana derken. Arif Kon vardı, Gaziantep’ten aldık, eski Güneş’ten. Müjdat Kızıltan vardı, Gaziantep’te oynadı. O arabasını sattı, parasını verdi. Biz böylece Gençlerbirliği’ni toparlayabildik.
En fedakâr adam Cemalettin Sakallıoğlu’ydu. Cemalettin bu takıma en faydalı kaptan olmuştur. Yıllarca. Bu çocuk amatördü. Amatör takımımzdan. Ben bunlara amatör olmalarına rağmen attırıyordum profesyonel mukaveleye imza, ihtiyacım olursa kullanırım diyordum. Ve ihtiyacımız oldu, Cemalettin’i profesyonel yaptım. Kendisinin haberi yok ama. Çocuklar, arkadaşları diyorlar ki, seni Hasan abi profesyonel yaptı. Cemalettin’in cevabı: ihtiyaç duymuştur yapmıştır. Ben Harun’ları Levent’leri sattığım zaman, Cemalettin takım kaptanı, paraları aldım, masanın üzerine koydum. Cemalettin, gel, dedim, oğlum - para vermiyoruz çocuklara, aylık harçlık veriyoruz- ne layık görüyorsan al kendine. Almak istemedi. Ben ona 100 bin lira zorla verdim. Fakat bilahere MTA’dan bir oyuncu alacağız, Ziya isminde bir adam, paramız bitti gene. Düşünüyoruz, nereden para buluruz. Dışarda konuşuluyor tabii, Cemalettin bir gün geldi, gazete kağıdına sarılmış, 100 bin lirayı çekmiş, geri getirmiş. Ve bir fakir çocuktu bu. Babası şofördü. Böyle futbolcular yetiştirdik. Bizim yediğimiz içtiğimiz hep beraberdi ama. Ben 24 saatin diyebilirim ki 10 saatini onlarla beraber geçiriyordum. İşi gücü unutmuştuk.
Futbolcu bulma işiyle ben uğraşıyordum. Bütün amatör lig maçlarını takip ediyorduk. Sahir Gürkan’ı getirmiştim sonra ben futbol okulunun başına. Futbol okulun o zamanlar kurduk. İyi oyuncular yetiştirdik: Levent, Varol, Bekir - bunlar çok iyi adamlardı.
Harun’la [Erol] Levent’i [Dörtgöz] Mersin’e vermiştik. Deveci diye bir kulüp başkanları vardı. Transfer oldu, ama gönderdikleri idarecide para yok. Federasyona para yatırması lazım. Aldığım paradan 75 bin lira mı ne, kendim verdim federasyona. Nizamettin Özbaş “abi senet al” dedi. Yahu olur mu, dedim. Ayıp, yüzyüze bakacağım. Şahsımın parasıydı, kulüpte para yok çünkü. Kaynadı gitti o para. Ben yönetimi bıraktığım zaman dedim ki, Mersin’de böyle böyle bir para var, alınacak. Birgün duydum ki, o kulüp başkanı demiş, ben Hasan Şengel’e ödedim. İlhan beyle beraber gittik Mersin’e, adamı bulamadık. Harun sonra 1. lige çıktığımızda oynadı.
Bir gün İstanbul’dan, Karagümrük’ten bir oyuncu almaya gidiyoruz. Sabah erken hareket ettik. O zaman kulübe bakan Nizamettin Özbaş’ı da aldım. Bir albay arkadaşın arabasıyla gidiyoruz. 1980 yılı başları olmalı. Tam Filiz Makarna’nın önünde bir Almancı TIR’la çarpıştı, biz de arkasından girdik. Ben yaralandım. Bolu Hastanesi’nde bizim başımıza pantolon diker gibi dikiş attılar. Akşam arabayla beni aldılar. Hanım dedi ki, “artık pes, yatağı yorganını da al, kulübe git!” O kadar usanmıştı bu işten yani.
1981… Başımıza bu hapis hikayesi de gelince… Öyle ki, istihkak alıyordum, İmar İskan’a iş yapıyordum, getiriyordum kulübe, masaya koyuyorduk, on dakika sonra eve götürecek beş kuruş para kalmıyordu. İlhan Cavcav bu işi seven adam. Daha evvel Hacettepe’yle uğraşmış… Bize daha evvel gelmişti, Yahya Demirel’in idare heyetinde bulundu. Bir ara başkan oldu [?]. Bu anlattığım Van hikâyesinde İlhan Cavcav başkandı! [?] Coşkun Şarman ikinci başkandı. Kızmıştı herhalde bir şeye, onun için bırakmıştı. Sonra 1981’de İlhan’ı bulduk. İlhan kabul etti. Ben hemen acele bir kongre yaptım. Fakat usulsüz bir kongre yaptım. Zamanı var tabii kongrenin… İlhan beye mührü verdik. Bu arkadaşlarımızdan bazıları, Teoman Yazgan, Hasan Rüzgâr falan mahkemeye müracaat ettiler. Mahkeme tekrar çağırdı bizi, İlhan beyden mührü aldı, tekrar bize verdi. Sonra normal bir kongre yaptık, ikinci kongrede nizami olarak İlhan beye başkanlığı devrettik. Ve hayırlı uğurlu olsun, iyi gidiyoruz, güzel tesislerimiz var, iyi paramız var, borç yok…