Valencia notları

Valencia notları…

Yarın Valencia’daki rövanş maçımızın 15. yılı oluyor. Dünya futbol sahnesinde çıktığımız en yüksek basamaktı.
O maça gitme talihine erişmiştim, eksik olmasın, İlhan Cavcav’ın davetiyle.
Seyahat notlarımı buldum, Mali’nin gencler.org’da yer alıyor ama buraya da iliştireyim dedim, bir iki fotoğrafla…

VALENCİA SEYAHATNAMESİ NOTLARI
“BUGÜNLERİ DE GÖRDÜK…”

  • Gençlerbirliği yönetiminin 1970’lerden beri İlhan Cavcav’a refakat eden kıdemlileri, Hayri Güler, Oktay Arıca, Zeki Ünaldı, Valencia seferini tarih şuuruyla yaşıyorlar. Bu sınırötesi deplasmana “UEFA Kupası’nda çeyrek final” gibi bir sefer görev emriyle çıkıyor olmanın kadrini en iyi bilenler, kulübün amatör küme kapılarından döndüğü günlerin tanığı olan bu emektarlar.

Aynı tarih şuuruyla, geleceği de düşünüyorlar. UEFA Kupası Şampiyonluğunun ardından bugün yaşadığı çöküntüden ibret alarak, “Galatasaray’ın durumuna düşmemek”ten bahsediyorlar. Bugünün başarılarına, bugünün “kasasına” güvenmemek, rehavete kapılmamak gerektiğini anlatıyorlar.

  • Bir tür tarih şuuru, Deniz Barış’ta da var: Esenboğa’da THY’nın takım onuruna verdiği kahvaltı-kokteylde sohbet ederken, onyıllarca “uyku dönemi” geçirdikten sonra bir başarı halkası yakalayıp üst sınıfa tırmanmayı başaran Bayern München gibi kulüplere atıf yapıyor. Gençlerbirliği de yıldızının parlayacağı bir döneme giriyor olabilir, ona göre.

Futbolcular Fenerbahçe’yi Türkiye Kupası’ndan eledikleri maçtan çok keyif almışlar ve o maçı iyi bir prova olarak düşünüyorlar. Öte yandan Valencia’nın kuvvetinin de farkındalar. Kaptan Ümit Bozkurt, “Yarasalar”ın pas trafiğinden hayranlıkla bahsediyor ve zaten İspanyol takımlarının İtalyanlar dahil “başkalarıyla” kıyaslanmayacak kadar ileri bir futbol oynadığını düşünüyor.

Futbolcular hem hevesli hem gergin. Ersun Yanal ise çok güvenli. Galiba “aşırı” güvenli.

  • Salı öğleden sonra varılan Valencia’da, maçın oynanacağı saate yakın, Mestella Stadında antrenman var. Antrenmandan önce basın toplantısı. Ersun Yanal’a, Valencia’nın son Mallorca maçında sinyalini verdiği baskılı oyununa ve Mestella’nın bu basıncı büyüten etkisine hazır olup olmadığı soruluyor. Yanal “o ambiyans sadece rakibimizin lehine değil, biz de ondan payımızı alacağız; çünkü biz olmasak o ambiyans olmayacaktı” cevabını veriyor. İspanyol gazetecilerden gelen tek soru: “Valencia daha önce elediğiniz Blackburn, Sporting Lisbon, Parma’ya göre daha aşağı mı yoksa daha yukarı bir takım mı?” Yanal’ın cevabı: “Valencia bunlardan başka bir takım. UEFA Kupasının favorisidir.”

  • İdman, Valencia yetkililerini sabırsızlık jestlerine sevkedecek kadar uzun sürüyor. Genç yönetici Suphi Yalçınkaya, oyuncuların “angajman” düzeyini önceki turlar öncesindeki idmanlara kıyasla biraz zayıf buluyor. Lizbon ve Parma’daki idmanlardaki gibi toplara “çat çut girmediklerini” söylüyor. Çift kalede Youla yine muhtelif goller kaçırıyor. Baki Mercimek formda görünüyor. Ali Tandoğan göbekten, Daems sağiç bölgesinden frikik çalışıyorlar. (Peki niye Youla gol vuruşu çalışmıyor, çalıştırılmıyor Allah lillah aşkına?!)

Gece, Yanal ve ekibi uzun uzun taktik analiz çalışması yapacak.

  • Valencia’nın şehir hayatında sakin bir egemenliği var. Duvar yazıları yok, yer gök siyah-beyaz-turuncu falan kaynamıyor. Tek tük Valencia eşorfmanlı, armalı çanta vs. taşıyan yeniyetmelere rastlanıyor. Ama bir vesileyle futbol diyalogu kurulan “sokaktaki adam”ların ve ayaküstü kamuoyu yoklamalarının beynelmilel denekleri olan taksi şoförlerinin tamamına yakını, Valencialı çıkıyor. Gençlerbirliği’yle oynanacak UEFA Kupası maçına ikincil bir iş gözüyle bakıyorlar. Sözleşmiş gibi, aynı kelimeleri sarfediyorlar: “Campeón de Liga”. Lig şampiyonu olmayı ve Real Madrid’i altetmeyi çok istiyorlar, çılgınca istiyorlar, hayatta en çok bunu istiyorlar. Hele Real Madrid’den, nefis bir şekilde nefret ediyorlar. Ucunda Campeón de Liga olmanın garantisi olsa, bu turu Gençler’e vermeye kesinlikle hazırlar. Ama onlara bunu kim garanti edebilir? Biz (Özgür Gökmen ve ben) “Valencia: Campeón de Liga, Gençlerbirliği: Campeón de UEFA” diyoruz kendilerine, kimileri “si, si” diye onaylıyor ama iş bizim anlaşmamızla bitmiyor ki!

Bir kafeteryada Valencia’nın 1947’de şampiyon olan takımının fotoğrafları asılı. Yaşlı garson, “bu adamlar şimdikilerden daha sıkıydı” diyor. Aimar’ı, Mista’yı, Vicente’yi düşünen genç Valencialı refakatçimiz, gülümsemesindeki alaycı kıvrımı düzeltmeye çalışıyor.

Bu Valencialı refakatçimiz, Özgür Gökmen’in Hollanda’dan öğrenci arkadaşı Garcia Enrique. Kendisi Meksikalı ve Valencia taraftarı. Çok sevimli bir genç adam. Maçı izlemeye Valencia’dan gelmiş. Takımından gayet emin.

  • Ersun Yanal’ın millî takım teknik direktörlüğü “işi” ne oluyor? Gazeteciler Türkiye’den haber kolluyor. Takım kampta tecrit vaziyette. Yöneticiler “bir şey yok” diyorlar. Somut bir teklif, bir teşebbüs ve bir müzakere olmadığına dair şeyler de söyleniyor. Ama Ersun Yanal’ın “her an teklife açık” bir halinin olduğunu da kimse inkâr edemiyor. Bu belirsizliğin bizim için artık kronik bir rahatsızlık haline gelmiş durumda.

  • Perşembe gecesi. Gençlerbirliği’nin ufak seyirci topluluğu, iki otobüse doluşarak Mestella’ya intikal ediyor. Ankara’dan gelenlere katılanların sayısı, iki elin parmağını bulmaz. İspanya’da yaşayan iki-üç Türk var, Almanya’dan gelen üç kişi var. Belçika’da okuyan Asuman Göksel var, ki onu 19 Mayıs tribününden de tanıyoruz! Ama asıl, Gençler’in bu yılki Avrupa hikâyesinde emeği olan iki göçmen taraftarı anmalıyız. Birisi, Hollanda’da doktora yapan Özgür Gökmen; Blackburn’de de, Lizbon’da da, Parma’da da, Valencia’da da hazır ve nâzırdı. Diğeri, tarih şuurunu da kişileştiren bir başkası, 13 yıldır Londra’da bankacı olarak çalışan Akşit Özkural. O da Parma dışında her yerde hazır ve nâzırdı 1960’ların sonundan beri Gençlerbirliği’nin peşinde olmuş birisi o; bu gecenin kadrini kıymetini herkesten iyi biliyor. Yanındaki Gençlerbirliği bayrağının, Cebeci İnönü’de 2.-3. küme maçlarına tanıklık etmişliği var!

  • Dirim’in emanet verdiği “Diaspora Keçileri” pankartını Özgür ve Azuman’la birlikte, sahayı çevreleyen panolara asıyoruz. Çok “okunaklı” bir yer değil burası ama ne yazık ki stadda pankart asmamıza müsait yer yok. Üst katlardan birinde olsak oranın önündeki panoya asabilirdik ama zemin kattayız. Akşit abinin bayrağını önce kale arkasıyla oturduğumuz kapalıyı ayıran çitlere astık, ancak güvcenlik görevlileri o kenarda “ultra”ların oturduğunu ve bayrağımızı yakabileceklerini, sökebileceklerini söyleyip uyardılar. Biz de bayrağı daha görünür bir yere, kapalıdaki bir tünelin üstündeki demire asıyoruz. Ama ne yazık ki maçın sonunda yerinde yeller esiyor olacak…

  • 100 kişi civarındaki Gençlerbirliği seyircisi, kapalı tribünün alt katının sağ üst köşesinde, Valencialı taraftarlarla yanyana hatta kısmen içiçe oturuyor. Tribün topluluğumuzun çoğu tecrübesiz ama elimizden geleni yapıyoruz. Her olumlu vesilede, iyi bir taç kazandığımızda bile fırsatı ganimet bilip “Gençler” tezahüratını patlatıyoruz. Oyundan çıkışını “Büyük Kaptan” diye uğurladığımız Ümit Bozkut’un bize doğru kısa bir alkış tutmasından anlıyoruz ki, tezahüratımız az biraz duyuluyormuş! İki takım taraftarları da kendi takımı için bağırıyor, sert faullere veya hakem kararlarına tepki gösteriyor, ama kimse birbirine –gözle bile- ilişmiyor. Hatta zaman zaman gülücükler teati ediliyor. Sadece, yakın kale arkasının 2. katındaki sağcı ultralar, “Puta Katalunya” (■■■■■■ Katalonya) yazılı bir atkı açınca, buradaki Valencialılar tepki gösteriyor. Protokol tribünündekilerse, öbür kale arkasından bazı el kol jestlerine muhatap olduklarını söylüyorlar.

Biz maçtan sonra etrafımızdakilerle el sıkıştık. “Helâl olsun” diye tercüme edilebilecek yüz ifadeleri takındılar.

Valencialı tribün halkı otomatik tezahürat yapmıyor, pozisyon bazında ses veriyor. Kızgınlığı kısa ömürlü oluyor, dakikalarca kin tutmuyorlar. Takım iyi oyun tutturduğunda şarkı söylüyorlar, o zaman ses volümü bayağı yükseliyor. Genellikle oturduğu yerden bağırılıyor, ayağa ender kalkılıyor. İki kale arkasındaki iki küçük grup dışında, tribün liderliği yok.

  • Yönetici ve taraftar tayfası, iyimser bir muhasebe yapıyor. Buraya kadar gelmenin gurur verici olduğu, tecrübemizin ve gücümüzün yetmediği, seneye bu işlere devam etmenin önemli olduğu konuşuluyor. Milliyet’ten Mehmet Demirkol, “şerefli mağlubiyet denen şeyi hayatımda ilk defa sahiden gördüm!” diyor.

Cuma sabahı dönüşte, biraz teknik analiz sohbeti var. Valencia’nın şahâne bir takım olduğunda herkes hemfikir. Menajer Cem Onuk, “Yarasalar”ın olağanüstü hızlı ve isabetli pas trafiğinin, Gençler’in meşhur presinin kimi bölümlerde basbayağı “boşa gitmesine” yol açtığını belirtiyor. Ümit Bozkurt, bloklar halinde paslaşarak ilerlemelerinden, bu sayede topu kaptırdıklarında da blok halinde basmalarından hayranlıkla söz ediyor. Ama takım yine de rahatlatamıyor kendini. Erkan Özbey, tesellicilere itiraz ediyor, “belki yine yenilirdik ama daha iyi oynayabilirdik, kendi oyunumuzu oynayamadık” diyor.

Yorgun ve buruk tebessümlerle, Trabzon havaalanına iniliyor. İç işlerimize dönüyoruz…

Fotoğraf: İlhan Cavcav ve bu maç için Hollanda’dan gelen arkadaşım Özgür Gökmen’le
valenciafoto

Fotoğraf: Akşit abi ve Özgür’le
Aksit%26%C3%96zg%C3%BCr|533x400

5 Beğeni

Aksit%26%C3%96zg%C3%BCr

Bu fotoğraf demin eksik kalmıştı…

5 Beğeni

Çok güzel günlerdi. Bir daha yaşar mıyız bilinmez :frowning: son saniyede 10 kişiyle oynarken, Skoko’nun şutu gol olsa, kim bilir neler olurdu o sezon

2 Beğeni

Öğrenci evimde ne tv ne de internet vardı.
Zonguldak’ta Radyodan heyecan ile takip ettiğim günler geldi gözümün önüne…

1 Beğeni

Eline sağlık Tanılcığım. Ne güzel günlerdi. Her maçımızda stat tıklım tıklım dolmuş, ülkemizin her yerinden pankartlarıyla seyirciler gelmişti. Oradaki maçta Skoko’nun şutu da hepimizin hafızasında silinmeyecek şekilde yer etti. Bu arada İlhan Cavcav’ın keçili Alkaralar atkısı taktığı başka bir fotoğrafı yoktur herhalde…

3 Beğeni

Bizleri 15 yıl öncesine götürdün Tanılcığım.
Bu güzel yazı bittiğinde duygulu, hüzünlü gözlerle son 15 yılımızı düşündüm.
Bir daha bu çizgide, bu düzeyde bir takım olamadık.
15 yıl sonra Valencia yerine Tetiş Yapı Elazığspor ile karşılaşır olduk.
Bir an önce toparlanıp UEFA kupasında yeni başarılara imza atacağımız günlere…

4 Beğeni

Tanıl hocama bu güzel yazı için teşekkürler.
Ben de bu maça yetişebilmek için yola çıkmıştım ama ancak geçen yaz stada ulaşabildim.
Tabi vardığımda maç çoktan bitmişti…

7 Beğeni

Fondaki kırmızı siyah renkler var mıydı statta, siz mi ilave ettiniz. Güzel renkler doğrusu

Kırmızı siyah değil de turuncu siyahtı. Fotoğrafta turuncular koyu çıkmış.

o maçın son 10 dakikasını ersun yanal takımı gibi oynamıştık. maçın 80 dakikasını hiç de alışık olmadığımız sistemde müdafa yaparak geçirip, ikinci golüde yedikten sonra ileri çıkıp turu almaya soyunmuştuk. hocanın böyle garip işleri olduğuna o maçta şahit oluyorduk. zaten bugün bile hayıflandığımız skokonun direği yalayan topunu da o dakikalrda bulmuştuk…
neyse ne… çok anlattık bunları… geride kaldı… unutmak en iyisi…

kulübümüzü buraya kadar taşıyan yönetimimizin -zaten bir kişi idi- yakaladığı kadro yapısına eksik olan santroforu da ekleyip, yeni sezonda kaldığı yerden daha güçlü ve daha tecrübeli devam etmek yerine, valenciadan dönen takımın hocaları da dahil tüm kadrosunu satması üzerine “bir meşruiyet krizi yaklaşıyor” demiştik… bizi artık yönetemeyen yönetimimizin -zaten bir kişi idi- “bizi aldığı yere bırakacak” savımızı ilk defa orada dile getirmiştik.
temelin mezar taşında okumuştum: “hastayum dedum inanmaduz… nooldi?”
neden inanan olmadığı mevzuu herkes bi şekilde açıklayabilir. bunun için müneccimle ilişkiye girmeye gerek yok. bizden önce bu yollardan geçmiş, bizimle aynı şartları taşıyan, bizimle aynı işi yapan kulüplerin arkalarında bıraktığı izleri takip ettiğimizde görüyoruz ki;

kulübü yönetememekten kaynaklanan meşruiyet krizleri, sportif sonuçlara dair krizlerden daha farklı bir hızda ve ritmde gelişir. örn. bizde peşpeşe gelen ve önlenmesi de mümkün olmayan sonuçların yol açtığı krizin küme düşmeye kadar kabarması tam 15 yılımızı aldı…
ancak son 30 yılımız, meşruiyet sorunlarına kayıtsız ve değişen koşulların bize dikte ettiği bu oyunun olmazsa olmazı olan, konsensüsün sağlanmasına ilgisiz yönetişim sistemlerinin ortaya çıkışına şahit oldu…
bize kalan ise otoritarizm, parasal yozlaşma, şiddet eğilimi, yaratılmış “duayen” ve kendi yarattığı duayeni pohpohlayıp pazarlayan medyanın maymunluğu, muhalefetin kontrolünün, cılızda olsa ortaya çıkan muhalif kültürlerin dezenformasyonla sağlandığı, tüm bunların yetersiz kaldığı durumlarda havaalanlarında taraftarlara karşı zor kulanmanın hakim olduğu bir kulüpte yaşadığımızdır…

krizin sisteme ilişkin kaynaklarının bulunduğu fikri taraftarlar arasında bile pek az dile getirilmiştir.
bunun yerine taraftarlar arasında krizin kontrol altına alınmasına yönelik hamlelerin, yapılacak bir kaç yetenekli transferle, -olmaz ya- alt yapıdan kadroya kazandırılacak genç oyuncularımızla “yükselen dalganın” tüm gemileri taşıyacağı ve yakalanan sürdürülebilir büyümenin büyülü bir şekilde aşağıya doğru yayılacağı gibi müphem varsayımlara sığınarak meşrulaştırılmaktadır.
buda kulübümüzün iktidarındaki beceriksiz ve basiretsiz yönetimine apaçık destek anlamına gelir…

ki; zaten öyle bir şeyin olmasın neden mümkün olamayacağı mevzuuna girersek…
girelim mi?..

1 Beğeni

Skokoyu satıp ilk büyük kazık treansferimiz Sammy Gitari’yi getirdik

skoko bu ülkeye gelmiş geçmiş en iyi yabancı futbolcudur… buna hagi, alex, gomiz’de dahil…
istanbula göçünce artık memleketi istanbuldan ibaret zanneden kalabalık bir güruh ve onlara yalakalık etmekten başka kazanç kapısı bulamamış bir garip medyanın bunu anlamasını beklemek saflık olur… onun için beklemeyin.

takımı ileri taşıyan, ileride tutan, rakibi durduran ve en önemlisi maç içerisinde yerini ve mevkisini bizim sorunlu olan bölgelerimize göre tayin eden ve her mevkinin ustası gibi davranan başka bir oyuncu görmedim ben bu yaşıma kadar…
yukarıda saydığımız, bir zamanlar gerçekten de hakettikleri ismini kullanarak artık emekliliğin tadını çıkarmak için ülkemizi tecih etmiş eski tüfeklere tapanlar, onları hala o futbolcu sananlar benim bu dediklerimden hiçbir şey anlamayacaklardır…
bu ülkede futbol tamda böyle birşeydir…

biz bu oyuncuyu boynu altında kalasıca ziya doğanın ayman’ı yüzünden gönderdik…
gözümle görmesem, klavyemi kırmasam inanmazdım…