Necdet Abicim affına sığınarak, Ben de konuyla ilgili fikrimi paylaşmak istiyorum. Biraz uzun olacak eğer okumaya değer bulursan sevinirim. son birkaç günde olanlar konu değil aslında, Ankaragücü camiası ile olan dostluğumuz, en başından beri pamuk ipliğine bağlı zaten. Bunun nedeni de, taraflı gibi gelse de tarafsız olarak söylüyorum, Ankaragücü tribünleri ve camiasının genel profilidir. Ben Gençlerbirliği’ni tutmaya başladığımda 94-95 sezonuydu, ilk maçlarıma babamla 87-88 yıllarında gitmeye başladığımdan beri Ankaragücü sempatim vardı. Hatta sıralamam 1. Tuttuğum İstanbul takımı 2. Ankaragücü 3. Gençlerbirliği şeklindeydi. 94ten sonra bir süre daha babamla maçlara gitmeye devam ettik, daha sonra maçlara babam olmadan gelmeye başladığımda 97 yılıydı. Duruma göre maratona ya da gecekonduya gidiyordum. 97-98 yılında amatör futbolculara verilen giriş kartı sayesinde, maraton tribününde beleşten tüm maçları izleme şansına sahip olmuştuk. Hem Ankaragücü hem de Gençlerbirliği’nin tüm maçlarına gittim. O sene ligde olan Şekerspor’un da yarıdan fazla maçında gittim. Kendimi de o yıllarda Gençlerbirlikli ama Ankaragücü’nün de taraftarı olarak tanımlardım. O sene oynanan iki Ankaragücü maçında da maratondaydım, o zamanki taraftar sayıları belliydi. İki derbide de maraton tribünü ancak yarısına kadar doluydu. O yarının da yüzde 25i gençlerli, yüzde 75i ankaragüçlüydü ama yoğun tezahüratçı bir kitle (yani grup ) değil,münferit gelen insanlardan oluşuyordu. İnsanlar birbirlerine karşı daha anlayışlıydı. Karışık grup içinde Gençlerin de, Ankaragücünün de golüne sevinen insanlar oluyordu. Ortada karşılıklı anlayış vardı.
98-99 yılında Ankaragüçlüler bizim maçlara geliyorlardı. Biz bilet parası verip içeri girerken, muhtemelen yapacakları daha iyi bir işleri olmadığı için maça gelen Ankaragüçlüler, stadın dışında bekleyip “yönetim uyuma taraftarın dışarda” diye bağırıyorlardı ve 30-35 dklarda kapıların açılmasıyla beraber içeri giriyorlardı. 100 kişi falan oluyordu bu topluluk, üzerlerinde Ankaragücü atkısı ve formaları oluyordu. Asla Gençlerbirliği’ne ait bir şey giyinmez ya da takmazlardı. Arada konuştuğumuzda “size bilet vermiyorlar mı, 50 kişisiniz kim size bilet versin” muhabbetleri yapıyorlardı. O yıllarda biletli Gençlerbirliği taraftarının, biletli Ankaragücü taraftarından daha fazla olduğunu herkes biliyor heralde. Maçlarda yalandan bizi destekledikten sonra sık sık “biz ankaragüçlüyüz” “başkent” gibi tezahüratlar giriyorlar, özellikle maçın koptuğu bölümlerde de tamamen Ankaragücü tezahüratları yapıyorlardı. O sezonun sonlarına doğru bir Bursaspor maçında, bu kez Ankaragücü düşme potasında Bursaspor ile rakip olduğu için, bizi desteklemeye daha kalabalık gelmişlerdi. Biz iyi takımdık ama biraz rahattık, hiçbir hedefimiz yoktu. İlk yarı Bursaspor bizi 3ledi. o ana kadar “haydi gençler””başkent için oyna gençler” diye bağıran Ankaragüçlüler, 3. Golden sonra bir anda “satılmış gençler” diye bağırmaya başladılar. Öyle çok rahat, bir anda, şak diye “satılmış gençler” diye bağırabildiler. Tribünde yaşanan gerginlikten sonra, gecekonduda polis barikatı kuruldu, bir yanda biz bir yanda ankaragüçlüler. Sonra karşıdaki Bursasporlularla karşılıklı tezahürat yapıp, Bursa Ankaragücü kardeşliğini o maçta gözümüzün önünde kurdular.
Ertesi sene 99-00 sezonunda, dayımın maça gelmek istemesi ve tv açısından izlemek istemesi nedeniyle, kuzenim ve dayımla beraber maratona gittik. Ev sahibi bizdik ama maraton yüzde 90 ağırlıkta Ankaragüçlülerle doluydu. Cafer’in uzun süre sonra Ankaragücüne dönüş maçıydı, iki gol attı bizi yendiler. Maçtan önce Ankaragüçlüler “Cafer gelecek özür dileyecek” diye çağırdı Cafer’i, o da gitti aralarındaki husumet böylece bitti. (husumete neden olan maçta da stattaydım. Cafer Ankaragücünden Antalya’ya olaylı biçimde transfer olmuştu. Ankaragücü, Baroni ve Bozinovski’yi transfer etmiş, ayrıca kadroda Hasan Şaş, Ahmet Yıldırım gibi o zamanların yıldız adayları olmasına rağmen, Cafer’in müthiş oyunu ile 3-1 yenilmişti Antalyaya… Ankaragüçlüler “■■■ ■■■ ■■■ cafer” diye bağırınca da tribünleri selamlamayı unutmamıştı) Bu ayrıntıları neden veriyorum, muhtemelen benim yaşlarımda bir Ankaragücü taraftarı bu olanları hatırlamaz bile… Ben çocukluk hatıraları nedeniyle, Ankaragücünü seviyordum ve dikkatle takip ediyordum. Neyse 99’daki o maçta ben bir pozisyon gol oldu sanınca ayağa fırladım, baya saldırmaya çalıştılar. Halbuki bir sene önce yine maratonda attığımız gole sevindiğimde, benim gibi sevinen belki 50-100 kişi olmuştu ve kimse tepki göstermemişti.
Ersun Yanal döneminde yaptıkları ortada… Sonrasında 2006 yılıydı galiba, maçı kazandık, bunlar yönetimleri aleyhine bağırıyorlardı, “haklısınız” anlamında alkışladık, dönüp bize “hepiniz ■■■■■■ çocuğusunuz” diye bağırdılar. Üstelik o yıllarda internette de sürekli “taraftarınız yok” temalı, küçümseme ve aşağılama mesajları attılar. Biz düştükleri sene samimi olarak çok üzüldük, hepimiz çok üzüldük. Ancak onları küme düşmeye götüren sürecin başında “Melih Gökçek’e kulübü veriyorsunuz, sizin takımı bitirecek” diye uyardığımızda, bizi “hazımsız ve kıskanç” olmakla suçladılar. “Tesisleri kıskanıyorsunuz, Avrupanın en büyük tesislerine sahip olduk” diye hava yapıyorlardı, o tesisleri şimdi MİT kullanıyor. Melih Gökçek Ankaragücü’nü bitirdi, İlhan Cavcav, o senelere kadar defalarca küfürlerine, hakaretlerine maruz kalmıştı, üstelik 3-4 kez arabasının camlarını indirdiler, birkaç kez bizzat Cavcav’ı tartakladılar, (o meşhur kol hareketini de Ankaragücü taraftarına yapmıştır bu arada) Melih Gökçek’in bıraktığı enkazı sahiplenen kişi oldu. Oyuncu verdi, elektrik faturalarını ödedi, ortak girişimdeki anlaşmalarda yükümlülüklerini yerine getirememiş olmalarına rağmen onları statta kalmalarını sağlamaya devam etti. Bütün masraflarını karşıladı, İlhan Cavcav bunları hangi dönemde yaptı, Ankaragücü’nün kendi içinden seçtiği başkanlar, bizzat Ankaragücü’nü dolandırırken yaptı! .Düştükleri sene Hurşut maçta gol attı diye, sosyal medyada, forumlarda hurşut’a demediklerini bırakmadılar. Adam gole doğru düzgün sevinmedi bile…
Sonra ne oldu, Ankaragücü alt liglerdeyken birçoğumuz gidip destekledik. Pek çoğumuzun evinde Ankaragücü atkısı, poları, forması var. Gençlerbirliği atkısıyla da gittiğimiz oldu ama çoğu kez Ankaragüçlü gibi giyinip gittik, bence bu saygıdır. Ankaragüçlü gibi davrandık, Ankaragüçlü gibi bağırdık gittiğimizde de… Ankaragücü şampiyon oldu, kutlama maçında tribüne kısıtlama getirdiler, yalnızca Bursaspor ve Ankaragücü pasoligine sahip olanlar maça gelebilecek dediler. Öyle olmadı mı? Ya ayıptır biz de destekledik sizi dedik, “kaç kişisiniz ki?” dediler.
Küme düştüğümüz sene Antalya maçındaki destekleri bence çok değerliydi. 20 yıllık tribün geçmişimde, bu dostlukta(!) ilk kez Ankaragüçlülerin samimi olarak yanımızda olduğunu hissettiğim andır.
Melih Gökçek kendi eğlencesi Osmanlıspor ucubesi için stat yaptı eryamana… Belediye başkanlığındaki ömrü yetmedi, açılışını yapamadı. Yerine atanan belediye başkanı da çok doğru bir kararla bu stadı Ankaragücü ile Gençlerbirliğine tahsis etti. Ankaragücü tarafında bir heyecan, bir mutluluk… Stadın adı “Ankaragücü 1910” olsun, yok yok “İmalat-ı Harbiye Stadı” olsun. Hayır hayır, “Büyük Ankaragücü Stadı” olsun. Koltuklar kesinlikle sarı lacivert olmalı. Biz kalabalığız, biz güçlüyüz, biz etkiliyiz! Belediye bize reklam versin para versin, bizi kurtarsın. Biz bütün şımarıklıkların sahibiyiz. Ya bir ide çıkıp demedi ki, “arkadaşlar bakın bu şehirde bir takım daha var, başkanı zor günlerimizde yanımızda durmuş, onun da Ankara futboluna büyük hizmeti var, gelin İlhan Cavcav isminin de stadın bir yerlerinde olmasını sağlayalım” siz duydunuz mu? Kapalıdaki koltuklar kırmızı siyah yapıldı diye çıldırdılar, “bu gevşekler yüzünden…” ile başlayan bir sürü şey okuduk.
Necdet Abi, yazının son kısmında “Gençlerbirliği’ni ve taraftarlarını aşağılayan, sosyal medyada ve tribünde küfreden, “Gençlerbirliği kümeye!” diye bağıran Gençlerbirliği düşmanı Ankaragüçlüler kazanmıştır. Gençlerbirliği yönetiminin doğru yaptığını savunan, kısasa kısas diyen, Ankaragücü taraftarlarını aşağılayan, Gençerbirliği’nin adını tam söylerken Ankaragücü’ne “AG” diyen, tribünde “Koyduk mu!” diye bağıran Ankaragücü düşmanı Gençlerbirlikliler kazanmıştır. “ demişsiniz.
Ben de buna cevap olarak şunu söylemek istiyorum: ne yazık ki haklısınız. Sonunda kötülük kazandı. Ancak Ankaragücü’nde çoğunluk ve hakim davranış biçimi, bizde ise azınlıkta… Ankaragücü’nün hakim kültürü, “Gençlerbirliği’ni ve taraftarlarını aşağılayan, sosyal medyada ve tribünde küfreden, “Gençlerbirliği kümeye!” diyenlerdir. Buna karşılık bizde “Koyduk mu” diyen, AG diyen çok az sayıdadır ve asla hakim kültür değildir. Karşılaştırmak gerekirse Ankaragücü camiasında Gençlerbirliği’ni eşit kardeşlik hukukuna göre seven kişi sayısı kadar azınlıktadır, bizde kötü olanlar. Biz hep bir ağızdan ve güçlü şekilde “Gençlerbirliği kümeye” diye bağırıldığında dahi, Ankaragücüne karşı aynı şekilde cevap vermedik. Gençlerbirliğinde, gerçekten hakim olan kültür, Ankaragücünü kardeş görüp onunla dertlenen kültür, yani Gençlerbirliği’nin çoğunluğunu oluşturan kültür kaybetmiştir. Ben ve benim gibi düşünen, C Blokta, Alkaralarda görüşlerini ifade eden arkadaşlarım, ne dün, ne bugün, ne yarın; hiçbir zaman Ankaragücü kümeye diye bağırmayacağız, Satılmış Ankaragücü diye bağırmayacağız. Yine Ankaragücü’nü, birbirinin tezahürü olan taraftar ve yönetiminin hakim anlayışına rağmen uzaktan destekleyeceğiz ama ne Ankaragücü taraftarına, ne de yönetimine zerre tahammülümüz kalmadı. Biz Gençlerbirliği tarafı zorla bir kardeşliği oturtmaya çalışıyoruz, Ankaragücü ise tam da Efe’nin bahsettiği gibi bir umarsızlıkla yaklaşıyor olaya…
O yüzden abi, senin de değerlendirirken daha adil yaklaşmanı bekliyorum. Son 10 yılı, son yirmi yılı gözünün önünden geçir. Daha eskisini bilmiyorum, belki daha eskiden Ziya Adnan gibi insanlar Ankaragücü tribününü oluşturuyorlardır ama benim şahit olduğum son 20 yıldır, sabırla ve anlayışla yaklaşıyoruz, karşılığında ise hep kötülük görüyoruz. Ya da iyilik görsek bile, içinde küçümseme olan bir iyilik oluyor bu…