Nasıl Gençlerli Oldum

Teşekkürler :slight_smile: Benim de gönlüm varmış belli ki :smiley:

1 Beğeni

Gönülsüz olmaz zaten canım. Bir vesileye, sebebe ihtiyacın varmış belli ki… :blush:

1 Beğeni

Kaybederken kazanmak diye buna derler, o haksızlığı yapanların ellerine sağlık. Üç puan hep bulunur ama güzel insanlar zor bulunuyor :wink:

4 Beğeni

12 Şubat 1997, Denizli. Türkiye Finlandiya ile dostluk maçı oynuyor. 12 yaşında bir velet olarak babamın yanında tribündeyim. Hayatımda ilk defa yaşadığım bu deneyim hala daha gözümün önüne o zaman çok alışık olmadığım spot ışıklar ve tezahüratlarla beraber geliyor. Ara ara duyduğum küfürlerden sonra babama dönüp bakıyorum, omuz silkiyor “napalım” der gibi. Çıktığımızda kafam çok karışık; beraberliğin burukluğu, tv’de gördüğüm futbolculara o kadar yakın olmanın coşkusu, duyduğum küfürleri anlandırma çabası…

Atmosferini çok sevdiğim bu maç benim stadyumda izlediğim ilk ve son maç olmuştu, ta ki bu seneye kadar.

Babam Galatasaraylı’ydı, hala da öyle. Ben de öyleydim. Belki de “yatma saati” kuralını esnettiğimiz nadir zamanlar olduğu için bu kadar çok seviyordum Galatasaray’ın şampiyonlar ligi maçlarını. Bir yandan da babamla birlikte yaptığımız yegane şeydi maç izlemek.

Sonra ben büyüdüm, büyüdükçe futboldan soğumaya başladım. Niye soğumayayım ki? Bir avuç herifin top teperken kazandığı paralara mı yanayım, bütün herkesin kafayı yemiş gibi ertesi gün bunlardan bahsetmesine mi, yoksa yapılan şikelere, adaletsizliklere, hem tribünde hem de maçtan sonra taraftarlar arasında duyduğum küfürlere mi? Çok naif bir yerden tutmaya çalıştığım futbol, ergenliğin de verdiği öfkeyle birlikte benim için bir nefret unsuruna dönüşmüştü artık. Futbolu takip edenler benim için küfürbaz, cinsiyetçi, vaktini boşa harcayan, o çok sevdikleri futbolcular milyarlar kazanırken ve türlü türlü hileyle, şikeyle, mafyatik ilişkilerle yolunu bulurken ahmakça vaktini bunlara ayıran kişiler olmuştu.

Aradan yılllar geçti, 2014’te Ankara’dan gelip Denizli’de ameliyat oldum. Benim için çok iç karartıcı başlayan ve yatağa bağımlı olduğum için aklımı kaçırmak üzere olduğum bu dönemde çok kritik bir tercihte bulunarak yatağımı salona taşıttım ve tekrar babamla birlikte dünya kupası maçlarını izlemeye başladık. Futboldan nefret eden ben yattığım yerden bütün maçları izledim, heyecanlandım ve babamla yine ortak bir şey yapmanın coşkusunu yaşadım. O sıralarda dünya kupası olmasa o dönemi nasıl atlatırdım gerçekten bilmiyorum.

Sonrasında iyileştim, Ankara’ya döndüm ve futbol yine benim için küfürlerin edildiği, saçma sapan kavgaların yaşandığı ve kendine taraftar diyenlerin İstanbul’dan çıkma üç tane takımın türlü rezilliklerini savunmak için kendilerinden ödün verdiği bir şeye dönüştü.Ben de futbolu “babamla birlikte yaşadığımız özel bir şey” olarak rafa kaldırdım.

Ta ki Ekinle tanışana kadar: 22 ocak gecesi bana sabaha kadar Gençlerbirliği anlattı. Hayatımda ilk kez bir "taraftar"ın saçma sapan şeylerden gözü dönmesi yerine çok içten bir şekilde futboldan, geçmişten, tribünden ve tribündeki insanlardan bu kadar güzel şekilde bahsetmesine şahit oldum (Alkaralarla da o zaman tanışmış oldum). Devamında belgeseller izledim, manipüle edildim(!), tribünde küfür edilmediğini, “acemi hakem” dendiğini öğrendim. Velhasıl, en sonunda “Ya bu ülkede böyle bir takım mı varmış? Böyle bir taraftar grubu mu varmış?” diye sorular sormaya ve merak etmeye başladım.

Bu sene birkaç dünya kupası maçı izledim ve içimde bir şeylerin kıpırdandığını hisettim. Böyle bir tribünü de merak ettiğimden Ekin’e “Kombine alalım mı? Ben de gelmek istiyorum” diye sordum. O da “hadi bakalım” dedi.

Onun hadi bakalım demesiyle hem Orhan, Burcu, Ahmet, Özhan, Özgür, Erdem ,Maksut, Serkan, Arın ve adını sayamadığım bir sürü insanla tanıştım ve arkadaş oldum, hem de yıllar önce yaşadığım coşkuyu tekrar yaşamaya başladım.

En iyi taraftar olmak ya da her şeyi bilmek gibi bir arzum yok. Zaten istesem de kim kimi transfer etmiş, kim ne yapmış bilmem. Sadece şunu biliyorum:Sene 2018, babam aradığında “gençler napıyor, iyisiniz yine bu hafta da yendiniz” diye telefonu açıyor. Ben de her gençler maçına gittiğimde 97’deki spotları, atmosferi hatırlıyorum ve diyorum ki “böyle bir takım da varmış, böyle taraftarlar da varmış”.

12 Beğeni

Erdem Kazak kardeşim elinize sağlık, ne güzel yazmışsınız. Bazen futbolumuz ve tribünlerimiz konusunda umutsuzluğa kapılıyor ve “Yok ya, bizden bir yol olmaz!” diyorum. Ama sizin gibi arkadaşların aramıza katıldığını görünce ve yazdıklarını okuyunca bir anda seviniyor, umut tazeliyorum.

2 Beğeni

Babayı da kap gel maça @tezcanli :grinning:
Çok güzel bir hikaye :wave::wave:

2 Beğeni

Merhabalar, beni Amca’m Fenerbahçe’li yapmıştır. Ancak doğup büyüdüğüm şehir olan Ankara’nın takımı olan Gençlerbirliği’de tuttuğum takımdır. Gençlerbirliği ile ilk tanışmam, eğer yanlış hatırlamıyorsam 2003 gibi olmuştu. O zamanlar playstation 1’de Pes serisinin eski adı olan Winning Eleven 11 adlı oyunu oynardık ve orada Türkiye Süper Ligi de vardı. Arkadaşla farklı takımları tuttuğumuzdan ötürü şehrimizin takımını tutalım o halde deyip, Gençlerbirliği’ni seçmiş ve haftalarca ligi devam ettirip Gençleri şampiyon yapmıştık. Hatta o seneki efsane kadrodan skoko, el saka ve youla’yı hatırlarım hala. Ersun Yanal dönemi yani. Bir de yine o dönemler okuduğumuz okulda bizim bir tarih hocamız vardı. Bir gün sınıfta bizlere fb gs bjk kimler tutuyor diye sormuştu. Klasik olarak da sınıfın çoğunluğu bu üç takıma ellerini kaldırmıştı. Hiç unutmam Ahmet Hocamız ''Çocuklar siz Ankara’lı değil misiniz ? Neden şehrinizin takımlarını tutmuyorsunuz ? diye şakayla karışık sormuştu. Ardından da ‘‘Bakın şehrinizin de çok güzel iki büyük ve köklü spor kulübü var. Bunlardan birisi Gençlerbirliği diğeri de Ankaragücü… ben küçüklüğümden beri Ankaragücü’nü tutarım’’ diye anlatmıştı… Hem o zamanki Playstation anımız hem de Ahmet hocanın bu konuşması etkili olmuştu. O gün bu gündür ben 2003’ten beri Gençlerbirliği’ni şehrimin takımı olduğu için tutarım :slight_smile:

9 Beğeni

1972 yılında Polatlı Lisesi’ndeki Fizik hocamızı hatırladım. Ankara’da oturuyordu. Her gün Polatlı’ya gelir, dersleri bittikten sonra akşam da Ankara’ya dönerdi. Hasta denilecek derecede Ankaragüçlüydü. Bazı pazartesi günleri sesi kısılmış halde gelirdi derse. Anlardık ki pazar günü maça gitmiş. Bize hangi takımı tuttuğumuzu sorup da Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray gibi cevaplar aldığında üzülür, yüzü asılırdı. Ankaragücü’nü tutmamızı isterdi. O dönemde Gençlerbirliği çok iyi durumda değildi ve alt ligde olduğu için pek adı geçmezdi. Ama Ankara’ takımlarından Şekerspor ve PTT, Polatlı’da biliniyordu. Bir gün yine “Ankaralı adam İstanbul takımlarını tutmaz, Ankara takımını tutar. Ankaralı adam Ankaragücü’nü tutar,” gibi cümlelerde Ankaragücü’nü tutma konusu açıldı. Biz de liseli ergen halimizle biraz da işin gırgırındaydık. Ben, laf olsun diye bilgiç bir tavırla, “Hocam Şekerspor da Ankara takımı. Şekerspor’u tutsak olmaz mı?” diye sordum. Hoca güldü, “Olur canım, o da Ankara takımı. Bir Ankara takımını tut da hangisi olursa olsun. Şekerspor da şeker gibi takım ama pek taraftarı yok, maçına gidersen sıkılırsın. Ama Ankaragücü’nün maçları kalabalık olur, bağırırsın, çağırırsın, eğlencelidir,” dedi. :blush:

5 Beğeni

Çocukluğum şuanda yaşadığım Sincan Fatih semtinde geçti. İlkokuldayken futbola çok ilgi duyardım ama oynamak konusunda yetenekli değildim, size bir sır vereyim hala öyleyim. O dönemlerde maçlar açık kanalda şifresiz yayınlanırdı, televizyondan izlemeye çalışırdım. İzlemeye çalışırdım diyorum; ailem bu durumdan çok hoşnut değildi. Derslerinden geri kalmayım diye maç izlememi yasaklarlardı. Ailem futbola karşı sıfır ilgilidir. Babamın, annemin ve kardeşimin futbolla alakası yoktur. Böyle bir aileden bir futbolsever olarak çıktım. Çocukluğumda sınıfımdaki herkes Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş’ı tutardı bir arkadaşımız Trabzonluydu Trabzonspor’u tutardı., o çocuk herkese değişik gelirdi. Ben ise takım tutmazdım, çünkü stadyumda maç izleme hevesim vardı. Babama beni stadyuma götürmesi için çok yalvardım, her seferinde olmaz derdi. Bir keresinde hiç unutmama dayımla maça gitmeme izin vermişti. İlkokul 3’te falanım. Ankaragücü- Trabzonspor maçıydı. Dayım elimden tutup beni 19 Mayıs Stadyumuna götürmüştü. Geceden uyku tutmamıştı, çok heyecanlıydım… Otobüste yerimde duramıyordum. Stada girdik, içerisi çok kalabalıktı, hoşuma gitmişti. O maçın skorunu inanın hatırlamıyorum, tek hatırladığım Trabzonspor’lu Lemi’nin sakatlanmasıydı. Her neyse çok uzattım. Gençlerbirliği; O günden sonra maçları tvden, radyodan, teletexten takip etmeye devam ettim. Petrol Ofisi, Şekerspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği vardı Ankara takımları. Babam maçlara gitmeme yine izin vermiyordu, Taki Lise 2 den 3’e geçtiğim sene yaz tatilinde TSYD maçlarına tek başıma gitmeme izin çıktı. Ankaragücü, Diyarbakır, Gençlerbirliği ve Elazığ spor vardı. İki gün boyunca maçları izledim. Ankaragücü ve Gençlerbirliği ilgimi çekti. Ankaragüçlüler çoktu, Gençlerbirliği taraftarı azdı., Yalnızlığım aklıma geldi. Mahallede çocuklar atari, cep telefonu, internet kafeye kaçıp oyun oynamaya giderken ben kitap okurdum, işte gündemi takip ederdim farklı bir çocuktum ama yalnızdım, çok fazla arkadaşım yoktu. Gençlerbirliği ninde taraftarı benim yalnızlığım gibi niceliksel olarak azdı. 2. gün maçlarından önce son paramla boynuma bir Gençlerbirliği atkısı aldım. Harçlıklarımdan artırıp daha fazla maçlara gelmeye karar verdim. Sonrasında internet kafelere gidip,(O dönem evlerde net yaygın değil) Gençlerbirliği’ni araştırmaya başladım. Okumuş, alaylı, mektepli taraftar imajı beni çok etkiledi. Takıma olan aşkım böylece başladı.

9 Beğeni

İmalât-ı Harbiye Ankara Sultânisine Karşı - Bölüm 3

Benim hikayem de bu belgeselin 3. bölümünde 38. saniyeden itibaren.

Hamdi abiye, “reize” saygılarımla…

Videonun linkini de ben vereyim gardaşım. :blush:

İmalât-ı Harbiye Ankara Sultânisine Karşı - Bölüm 3